Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Kasım 2010 Cuma

Seslerin Harmonik Kahramanı : Mızıka

Beni tanıyanlar Grek Müziğine olan tutkumu da bilir. 2010 hitlerinden oluşan albümü edinip dinlemeye başladıktan sonra yavaş yavaş kendi favorilerimi belirlemeye başladım albümde. Hlias Vrettos : Mazi Sou Paw Pantou şu sıralar günde en az 20 kez dinlediğim şarkı ünvanını taşımakta. Türk müziğine melodik yakınlığının yanı sıra şarkıya duyduğum sempatinin esas nedeni introsundaki eşsiz mızıka solo melodileri olsa gerek.
Çocukluğumda bana alınan ilk hediye enstrümandı mızıka. Bir akşamüstü babam elindeki ufak paketi bana vermiş, yüzümdeki heyecanla çıkardığım garip sesleri keyifle izlemişti. Çocuk ukalalığıyla üflediğimde kendiliğinden mızıkanın şarkıyı mırıldanacağını düşünen ben, o zamanlar çıkardığım enteresan seslerin getirdiği başarısızlıkla büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Neticede o güzel ve hüzünlü sesi çıkarmak, diğer enstrümanlarda olduğu gibi uzun bir öğrenme süreci ve sayısız kere deneme yanılma aşamasından geçiyordu. Enstrüman çalma konusundaki yeteneksizlğimi iyi bir müzik kulağına sahip olarak kapatmaya çalıştım ben de. Ne zaman mızıkadan dökülen notaların harmonisini dinlesem kendimi çok uzaklarda, sıcak bir yaz akşamüstünde güneşin batışını izler gibi huzurlu hissederdim. Belki küçükkken izlediğimiz Western filmlerinden edindiğimiz aşinalığımız belki de Country ve Blues müziğinin değişmez temel taşlarından oluşu çıkardığı seslerle hep güzel hayaller kurmama meyil verdi :)) Bu sebeptendir ki Mızıkanın sesi bana hep özgürlüğü ve onun getirdiği huzuru çağrıştırdı.
Globalde Country ve Blues türü dışındaki birçok şarkıya da misafir olan mızıkayı Türkiyedeki eserlerde nedense çok fazla duyma şansımız olmuyor. Bu noktada konsept olarak bu enstrümanı yaptıkları müzikte kullanan nadir isimlerden biri Anima grubu olsa gerek...Hepi topu bir albüm çıkardılar ama Ceylan Ertemin vokalde olduğu Animasal ismini verdikleri bu harikulade albümü dinlerken yapılan müziğin temel enstrümanlarından birinin bugünkü blogumuzun başkahramanı olduğunu duyacaksınız...
Animadan bu kadar bahsetmişken sizlerle en sevilen şarkılarından ikisini  paylaşmadan geçemicem. Sesine aşık olduğumuz Ceylan Ertem ve mızıka bir arada...Şukela :))

Hem Sarışın Hem Zeki Hem de Seksi : Jayne Mansfield

 Sarışın ve seksi kadın deyince ilk akla gelen ikon nedense Marliyn Monroe olmuştur hep. Kısacık yaşamına çocukluğundan beri birçok trajik  ve sansasyonel olayı sığdırmış,ölümün üzerinden geçen onca seneye rağmen insanların kafasında hep taze bir portre çizmeyi başarmıştır. Genç yaşında ölen ünlülerden tek farkı belki biraz daha akıllı ve güzel olmasıyla seksapeli dengelemeyi bilmesiydi diye düşünüyorum. Malum bazıları herzaman biraz daha şanslı doğuyor.
 Tarihin tozlu raflarını karıştırdığımızda aslında Marliyn kadar efsane olmayı hakeden güzel birçok kadın mevcut aslında. Bunlardan bitanesi de Marliynden bile daha favorim olduğunu düşündüğüm  Jayne Mansfieldtir. Biyografisini biraz incelediğimizde 50-60 lı yıllara sarı saçları, iri göğüsleri, seksi havası ve rol aldığı 25 filmden bahsetmek aslında onun için söyleyebileceklerimizden sadece birkaçı. Jayne Mansfield; 1960'lı yılların başında ortaya çıkmıştı. Sarışın bombalar dönemiydi. Jayne Mansfield de bombaların en irisiydi. "Bir Alman diplomat bir gece için bana 100.000 dolar teklif etti, reddettim. Canımın çektiği ile sevişirim sadece... İsterse pis bir dilenci olsun" demesiyle dikkati(!) çekmişti.Döneminin seks sembolüydü. 50'lerin basinda iyi bir cikis yakalamis hatta altin kure almis,5 dil konusabilen piyano ve viyolonsel calabilen bu güzel kadın daha
sonra kelimenin tam anlamiyla bir düşkün hayatı yasayip ucuz erotik filmlere yamanmistir. 1967 de 34 yaşındayken Bir gece klubu donusu bir trafik kazasinda hayatini yitirmistir.1997 ya da 98 aktuel dergilerinden birinde Jayne Mansfield hakkinda satanist oldugu yazar. Hatta seytanla anlasma yaptigi ve daima genc kalmak istedigi soyleniyor. Zaten olumu de cok ilginctir arabasi cam tasiyan bir kamyonun altinada kalmis ve cikan camlardan biri bogazini kesmistir. Ancak olumunden sonrada sari preugu kafasindan cikmis ve vucudu arabaya sikismi hali kult bir merak konusu olmus hatta Crononberg'in ünlü Crash filminde de onemli bir yer tutmustur. Bir soylentiye gore Hollywood'da su ana kadar yasamis en yuksek iq'lu insanlardan birisidir.
Bazen düşünüyorum da erken ölmek kimi zaman uzun yaşayıp silil bir hayatı tüketmekten çok daha iyi olsa gerek. Bu noktada bazılarının özel seçildiğini düşünüyorum ben River Phoneix, Marliyn, James Dean, Jimmy Hendrix gibi. Jayne Mansfield te onlardan biri işte. 43 yıl sonra da  benim gibi birçok meraklı onu tanımak isteyecek, araştıracak ve bazen hayranlıkla bazen de üzülerek onun hakkında yeni şeyler öğrenmeye devam edecek...Efsaneler böyle sürüp gidecek...

O Bir Müzik Makinası : Machine

MACHINE CLUB from Özgür Demir on Vimeo.

Eğlenmeyi hepimiz seviyoruz bu tartışılmaz bir gerçek. Bazen house partylerde, bazen en hit şarkıların çaldığı mekanlarda, bazen de bir bardak şarap eşliğinde boğaz manzaralı şık bir restaurantta...Zevke göre değişiyor tabi ama işin özü sunulan hizmet dışında herşey hemen hemen aynı. Paket halinde gidiyor, birbirimizi süzüyor bazen gözümüze birini kestiriyor veya birilerinin gözlerine kestiriliyoruz yada sevdiceğimizle multi romantik dakikalar geçirerek aşkın doruklarına çıkıyoruz. Türk insanları olarak eğlence kültürü ve bu kültürü yaşama konusunda her ne kadar kabul etmesek te biraz zayıfız. İnsanları süzmeyi, bayılana kadar içip sızmayı yada  put gibi durup elimizdeki içki kadehiyle ortama caka satmayı "eğlenme" olarak adlandırıyoruz.

Kısa bir süre önce keşfettiğim Türkiye standartlarının çok çok üstünde, gerek müzik kalitesiyle gerekse burada eğlenmeyi tercih eden kitlesiyle kendisine henüz muadil bulamamış bir mekan "MACHINE". O adından da anlaşıldığı gibi tam bir müzik makinası. Eğer elektronik müzikle eğlenmek sizin tarzınızsa ve İstanbulda halen kafanıza uygun eğlenicek biyer olmadığını düşünüyorsanız ee bayağı bişey kaçırmışsınız demektir :)) Gece 23:00 te açılan kapıları 05:00 te kapatmak o kadar zor oluyor ki insanlar bırakılsa daha 3-5 saat kalacak kadar Machinede olmaktan memnunlar. İçerideki eğlencenin kapı önünde de sürdüğü mekanda her telden insana rastlamak mümkün. Her telden derken içerideki kitlenin diğer mekanlardaki tiplerden çok farklı olduğunu belirtmekte yarar var. Fotoğrafçısı, yazarı, Edebiyatçısı, Müzisyeni, Yabancısı,Hippiesi, Funku, Anadolu Punku :P bu müziği seven toplumun genelini birkaç &level aşmış birçok insan orda. Belirtmeden edemiyeceğim; Kapıdaki görevli arkadaşlar damsız içeri buyur etmiyorlar :) Yani öyle elini kolunu sallayan,tipi Machine standartlarına uymayan herkes bu makinaya dahil olamıyor...

Yolunuz düşerse gecenin geç saatlerinde Balo Sokağın sonundaki Müzik Makinasına uğramanızı ve Türkiye standartlarının çok üstündeki eğlence anlayışına dail olmanızı tavsiye ederim. Unutmadan Machine sadece Cuma ve Cumartesi online ;)

Retro Zamanı : Katherine Hepburn

Abone olduğum dergi her ay elime ulaşıyordu ulaşmasına ama üşengeç bünyem nedense sayfalarını bile açmadan sehpanın üzerine diğerlerinin yanına koymaktan başka birşey yapmıyordu uzun zamandır. Bayram tatilini fırsat bilerek son sayıyı da yanımda götürdüm bu sefer. Babaeski semalarında temiz havada okumak daha keyifli olacaktı. Yeni güzel şeyler üretemeyen insanoğlunun vintage modası son yıllarda başını almış giderken bundan sadece giydiklerimiz, dinlediklerimiz etkilenmekle kalmamıştı. Hangi sayfayı çevirirsem çevireyim eskiye dair, o zamanların efsanelerinden birkaç örnek daha görebilmekteydik. Ama beni son zamanlarda en çok etkileyen karakter 96 yıllık ömrü boyunca her daim kült olmayı başaran Katherine Hepburn'dan başkası değildi. Kendine has maskülen tarzı, özel yaşamını hiç bir zaman medyayla paylaşmaya yanaşmayan tavrı oyunculuğun yanı sıra çok iyi bir yazar olmasıyla da tanınmaktaydı. Yaşadığı dönemin herzaman daha ilerisindeydi ve bunu da çevresindekilere hissettirmekle kalmayıp günümüze kadar taşıdı.

İlk filmlerinde genellikle güçlü kadın rollerinde göründü. Kariyeri boyunca 12 kez aday gösterildiği Oscar’ı 4 kez kazanarak bir rekora imza attı. Bu rekor ancak 1990’ların sonunda Meryl Streep tarafından kırılabildi. Üçüncü filmi Morning Glory ile ilk kez Oscar heykelini kucakladığında 26 yaşındaydı.
Aktör Spencer Tracy’yle 27 yıl büyük aşk yaşadı. Birlikte dokuz film çevirdiler. 1999’da Amerikan Film Enstitüsü’nün “bütün zamanların en büyük kadın oyuncusu” ilan ettiği Katharine Hepburn, 29 Haziran 2003'te 96 yaşında öldü.

Onun filmlerini sinemada izleme şansına nail olamasak ta güzelliğini, aklını ve tarzını benimsemek halen mümkün...

25 Mart 2009 Çarşamba

PARADOXES INSIDE...

Hayatta herşeyinden bir tutam eksik olanlardan mısınız sizde ? Hani her gülüşte biraz içi sızlayanlardan , her mutlulukta hüznünü de eksik etmeyenlerden misiniz ? Her daim Mona Lisa yı kendi yüzünde görenlerden misiniz aynaya baktığınız anlarda , ben gibi ...O karmakarışık günlerden biri daha işte , Güzel olanı yine eksik kalanlardan oldum çıktım yine. Allahtan belamı istediğim günlerden biri daha huzurlarımızda...

Düşündürdü gece beni , derinlere indikçe belkide bişeyler sancımaya başladı yine , kusur bulmak değil amaç , mükemmeli istemek hiç değil ,tek temenni yüzde yarım kalan tebessüme çare aramak, elde olana pollyanna kalbiyle değil , yürekten sahip olmanın keyfini sürmeyi hayal etmekti belki . Eksiği gediğiyle yaşamayı öğrenmeye rağmen , hala kısık ışıklı bir umut taşımaktı .

Yıllar once yaşanan bir aşktı , mazide kalmış , üstüne sünger çekilmişti .Her nekadr yürekte kalan sızı olsa da güzeldi hatıraların geneli . Özlenen olmayı hala becerebiliyordu onca şeyin üstüne. Son paramızı beraber harcamış , kısıtlı yaşamıştık senelerce . Bazen almak istediklerimiz içimizde ukte kalmış , bazen gitmek istediğmiiz yerlere gidememiştik .Tek bildiğim ve derinden hatırladığım "PAYLAŞMIŞTIK" elde ve yürekte olanı sonuna dek . O zaman hiç bitmeyecek sandığımız mutluluğumuzun tek eksikleri , gidip göremediklerimiz , beğenip alamadıklarımızın ukteleriydi hep . "Keşke daha çok paramız olsa" derdik ya , onun için güneye inip yazları beraber çalışmış , ayrılığı ve yalnızlığı yine o donemde beraber tatmıştık . Daha çok paramız olmalı , daha iyi yaşamalıydık . Daha iyi yerlerde eğlenmeli , daha iyi yerlerde akşam yemekleri yemeliydik ."Eksiğimizi" gidermek içindi hep hayat telaşımız.

Derken yıllar sonra o "eksik" sandığımıza kavuşunca bişeyler yine gidiverdi hayatlarımızdan . Kariyer uğruna , gelecek korkusuyla birbirimizi feda ettik aslında farketmeden . İstediğimizi alabiliyorken , istediğimize sahipken , en değerlimizden olmuştuk aslında . Bu sefer daha büyük bir boşluk , daha büyük bir eksikle karşılamıştık yeni hayatlarımızı .Paramız bitince haftalarca evden çıkmadan keyifle oturabilirdik ya beraber , "herşeyimiz" olmasına rağmen , 4 duvara sığamaz olmuştuk . Sonu gelmez bir mutsuzlukla dolmuştu içimiz. Her sabah işe gidiyor , yoğun günlerde hırsla, canla başla çalışıyor , büyük başarıla imza atıyor , tebrikler alıyor , terfi ediyorduk . Şık restaurantlarda yenilen akşam yemekleri , pahalı ayakkabılar , mücevherler , şık takım elbiseli adamlarla doluydu hayatımız . Sosyetik ve göz alıcı olanlar arasında olup , hep gıpta edilen , övgü alanlardandık . Tabiri caizse mükemmeli yaşıyorduk , bizi tanımayanlar böyle diyordu hep . Aslında tanıyanlarda bilmiyordu ya , o vakti zamanında "eksik" bildiğimizin hayatımıza girişiyle en büyük zenginliğimizden ettiğini yüreklerimizi .Kendimiz bile hissedememişken uzun zaman, avunmaya çalışırken pahalı oyuncaklarımızla ,Yetim kaldığımızı kaç kişi gerçekten hissedebildi ki ?

Sonra uzun süre kariyerli , akıllı , iyi aile babası kriterlerinde bir sevgili istedik durduk . Bir çoğunu beğenmeden yapayalnız zamanlar geçirmeyi tercih ettik. İstediğimizden biraz bile farklı olsa karşımızdaki , burun kıvırıp bir başka hikayeyi öğrenme hevesindeydik . Huzuru ve sevgiyi bir tek kafamızdaki adamda bulabileceğimize inandırarak kendimizi , sevgiyi değil , sevgiliyi arayarak yaşadık gittik . Günler geçti , aylar seneye yaklaştı ve uzun zaman sonra aradığımız huzurlu oyuncağa kavuştuk . Tahmin ettiğimizden daha sürprizlerle dolu , daha sevgi doluydu beklediğimiz. Her kaprisimize tahammül ediyor , kafamız esip arayıp sormasak ta sabırla bekliyordu "sevdiğini" . Başımızı göğsüne güvenle yasladık , huzurla sarıldık belki ama o "aradıklarımız" arasında bir şey eksik kalmıştı yine. O hissettiğimiz koku , o alıştığımız yumuşacık eller yoktu bu seferde.Üzerimize sinen "o" nun kokusu değildi , sadece güzel bir erkek parfümünden ibaretti. Hissiz , tatsız ...Eksik yine hayatımızın merkezindeydi , en can alıcı olandan kalp acıtandandı ...Yine "eksiğimiz" bizden uzak , başka birlerde kaldı .

Hayatın rutinliğine ayak uydurmayı reddedip , kendimizce heyecanlar yaratmaya çalıştık bazen , elindekiyle yetinenlere ayak direyip kalp çarpıntısını tercih ettik .Herzaman mantıklı olmamızla övünüp ,bazen aklın sınırlarını zorlayamayı tercih ettik . Aşk masalları anlattık kendi kendimize , sonrada olamayacağını bile bile inanmaya çalıştık , kırılacağımızı , üzüleceğimizi göze alıp arkamıza bakmadan devam ettik yola .Herkeste kusur ararken , başkalarının kusurlu gördüğünü benimsedik ,kendi sınırlarımızı aşmaya korkarken , ülke sınırlarını aşıp başka diyarlarda yaşamayı göze aldık , kıtalar ötesinden haber almaya heves ettik . "Olmayacak duaya amin deyip" kalbimizin eksiğini mantığımızın eksiğiyle tamamladık , Elma şekeri ömründe kısa heyecanları , uzun huzurlara tercih etmeyi göze aldık .Çok uzakta olanı özleyemeyi tercih ettik , yanıbaşımızda kocaman huzurlar varken.

Yaşadık , yaşadık , yaşadık ta bir tek "eksiğin" hep olduğu anlatamadık içimize. Her daim bizimle olduğunu hiç kabullenemedik. Ya paraydı , ya kariyer , ya diğer yarımız, ya iç huzurumuz yada aşktı o yegane eksik. Hep eksikti , hep vardı . Her yaşta , her şehirde , dünyanın öteki ucunda da olsak biyerlerde , biyerimizde hep bizimleydi . Farklı hikayelerle , farklı yüzlerde zaman gelecek yine kendini hatırlatacaktı . Kah denkleştiremediğimiz parada , kah unutulmayan bir sevgilide , kah huzurda , kah yanlış zamanda , yanlış insanda...Gidende olacak , gelende hiç bulunmayacak , olamayanı özlettiren kalacaktı ...Daima...

21 Mart 2009 Cumartesi

Kaç Seslidir kaybetmek ....

Kaç seslidir kaybetmek ?

Hep gidenin ardından söyledik “kaybediş” şarkılarını , hep terk eden oldu arkasında gözü yaşlı birilerini bırakanlar , kaybettiklerimiz arkasına bakmadan gidenler sanıldı hep …O kadar yüzeysel , o kadar görünen oldu ki hep kayıplar , aslında içimizde kendini yitirip gidenlerin yok oluşu fark edilmedi bile…

Ben böyle kaybetmedim işte , terk edilmedim , gidenin ardından bakmadım asla , geceler boyu içip , ağlamadım . Keşke öyle yapsaymışım , daha az üzer , daha az hırpalardı belki bu kaybediş . Diğerlerine benzer , diğer insanların yaşadıkları gibi üç, beş ayda yitip giderdi hayatımdan . Nasırlaştırmazdı bu kalbi bu denli çok .

Geride kalan olmadan , gözünün içine bakarken , el eleyken kaybettiniz mi hiç birini ? Avuçlarınızın içinde günden güne eriyen kar misali tükenen kaç insan oldu , sordunuz mu hiç kendinize ? Her büyük kavganın ardından yaşanan barışmaların , aşka atılan düğümler olduğunu , kaçımız fark edebildik ki bu güne dek ? Yalnızlıktan korkumuzdan , Alışkanlıklarımızdan sıyrılmaya cesaretsizliğimizden , ve belki de kendimize bile itiraf edemediğimiz sevgisizlik kabusundan başladık beklide bu yıllarca süren , ne uzayan , ne de kısalan aşk hikayelerine…

İçimizde korkan bir çocuk barındırdık hepimiz çünkü. Neşeli gözleri ışıl ışıl parlayan bir kız olmalıydı onun yerinde ama , o kadar çok incinmiş , o kadar çok kırılmıştı ki zamanla , giden sevgililerin ardından aslında o terk edildi hep , yaşanan şiddetli kavgalarda patlayan tokatlar aslında hep onun yanağınaydı …Acımızdan hissedemedik. Biz her ne kadar güçlü kadınlar olursak olalım , o hep korktu karanlıktan , yalnız uyumayı o denli sevmedi . Para hırsından , iş stresinden iyi yetiştiremedik içimizdeki kızı .Çikolatasını , elma şekerini hep eksik ettik .

Bu yüzdendi işte can havliyle yılanlara sarılışlarımız , yüzlerindeki yalan sevgiyi göremediğimizden yaşandı samimiyetsiz aşklar ,ve ardından kayıplar. Yıllarca sabırla , umutla , düzelir diyerek fark etmeden tükettiğimiz sevgiler yalnızlığımızdandı . İşte bu yüzden belki daha çok iz bıraktı terk etmeyen , içimizde yiten aşklar . Günden güne gözden düşüşleriydi titreten aslında kalplerimizin bam telini.

Keşke dedim kendi kendime , keşke geride kalan , hatırlayacak olan ben olsaydım diye. Keşke mazimde özlenen yaşanmışlıkların içine bir adam koyabilseydim , o belirsiz silüetin yerine.
Benim de hatam çoktu elbet , zamanında toplayıp cesaretimi , kapıyı çarpıp çıktığımda geri dönmemecesine karartmalıydım gözümü . İçimdeki kıza yenilmeden , çekip gitmeyi bilmeliydim. Üzgünüm ey aşk! Senden , sevmekten bu kadar kolay vazgeçemedim. ..

yitip gidenlerden....

Beraber boyadığımız yeşil boyalı ev, hayaller , yaşanmışlıklar, paylaşılan herşey o şehirde kaldı . Gün geçtikçe daha da iyi anlıyor bu kız . Geçen sene bu zamanlar kışın bahara çaldığı günlerden birinde bitmişti aslında herşey. Ya alışkanlıktan yada korktuğumuzdan hiç hayır diyemedik birbirimize , ne zaman çağırsak geldik , ne yaparsak yapalım affettik. Adını hala netleştiremediğim , tadını hala anlatamadığım bişey olarak kaldın içimde...4 sene oldu , hala dönüp dönüp bakıyorum resimlerine . Kah beraber çekildiklerimize , kah beraber "çekildiklerinize". Başka hayatlar seçtik , başka yollar çizdik kendimize , başka kollarda karşıladık bazen sabahları , başka kokular karıştı tenlerimize..Hani huzurla kapar ya insan gözlerini bazen ; o huzurla alınan derin nefeslerdeki iç çekişte kaldık , sonra hissettirmeden sarıldık yanımızdaki meleğe. Kendi adımıza mesafeler katederken ne uzayabildik , ne de kısaldık içimizde senelerce. Sadece gönül gözünün görebildiği bir uzuv olarak yerleştik diğer bedene , ara ara sancıyan , benzer kokuda sızlatan sol yanı . Beraber büyüyüp , beraber düşüp incittik dizlerimizi , açtığımız yaralara beraber pansuman yaptık , ve yaralar kapandı sanıp dönüp sırtımızı kendi hayatımıza geri kaçtık .Birbirimize hayatı öğretmeye gönderilip , görevini tamamladığında da çekip gidenler olduk kaldık . Bir gömlek , bir tshirt en fazla bir çift çoraptı geride kalan , gözle görülen , elle tutulan . Beraber paylaşılmayı bekleyen bir yatak , beraber gidilecek tatiller , beraber yapılacak yemekler ve büyütülmeyi bekleyen bir DURU ŞANS yok artık , kalp sandığına kaldırıp sakladık hayalleri içimiz acıyarak ...Pembe patikleri başka kızlarda görme vaktidir gün , gidenleri bir kadeh kırmızı şarapta boğmak , sızıları birkaç satırda dindirmeye çalışmak vaktidir... Gözleri bazen eski huzurlarla kapayıp , yerini doldurmaya çalışmadan , kalabalığa karışmak ,yaşanmışlığın izleriyle , üç noktayla yola devam etmek , başka bir erkeğe "evet " demek vaktidir...İçinde kalanla , gözünün gördüğünü bir insan yapıp mevcut duruma alışmışlıktır, eskisiyle yeniyi harmanlamaktır...